4 Ekim 2011 Salı

Komşu Ada - Sakız

Sakız Ada'sı ya da diğer adıyla Chios..Çeşme limanından vapur ile deniz otobüsü karışımı bir tekneye bindikten 45dk sonra ordasınınz..Yunanistan'ın 5. büyük adası..Adından da anlaşıldığı gibi sakız ağaçlarının bol miktarda olduğu yanı başımızdaki adalardan biri...Sakızın ada ekonomisine katkısı büyük..Adalılar, 'altın damlayan ağaç' dedikleri sakız ağacına çok güveniyorlar. Bu yüzden de adada, turizme çok uygun olmasına rağmen, birçok Yunan adasının aksine çok az turizm yatırımı yapılmış. Sadece bu yüzden bile gidip görmeye ve 2 gün geçirmeye değer aslında..Diğer yandan adaya gitmek için ben size başka bir sebep daha söylemek istiyorum. Adayı batıdan doğuya doğru geçin, yani Volissos'tan Chios'a gelin. Ve bir noktada karşınızda Çeşme ve Alaçatı'yı, Alaçatı'nın rüzgar değirmenlerini görün..Arabanızı sağa çekin, nefesinizi tutun ve bu güzelliğe bir de o taraftan bakın..

Ada iki tam gün geçirilecek büyüklükte. Muhteşem güzelliklteki el değmemiş koyları, Çeşme'ye oranla gezginlerine çok daha doğal bir ortam sunan plajları, yüzlerce yıllık binalara sahip dağ köyleri ve leziz restoranlarıyla güzel bir kaçamak fırsatı sunuyor.Adaya iner inmez bir araba veya bir scooter kiralamak gerekiyor. Chios'a en uzak mesafe 70-80km civarında..Chios'ta ne var ne yok göz atıp Thasos'ta öğle yemeğinizi yedikten sonra adanın güneyine doğru yola çıkmak çok keyifli..Bu arada yollar oldukça dar, çok fazla motor kullanan var ve çok az kask takan var..Bu yüzden dikkatli olmakta fayda var...




İlk durak Pirgi, Olimpi ve Mesta üçlüsü...Pirgi tamamen dış yüzeyleri dekore edilmiş binalarla dolu, tarihi 13. yüzyıla dayana küçük bir dağ köyü. Binaların tamamı geometrik desenlerle dekore edilmiş durumda. Balkonların altı bile..Xysta tekniği dedikleri bir teknikle yapıyorlar bu desenleri..Daracık sokaklarda yürürken, sürekli olarak kafanızı kaldırıp binalara bakmaktan boynunuz ağırabilir:) Balkonlarda kurutulmak için asılmış sebzeler de size bir renk cümbüşü sağlıyor..Biraz zaman ayırın Pirgi için..Sokaklarında dolaşın, fotoğraf çekin, sessizliğini dinleyin ve hayal kurun...



Olimpi..Neredeyse köyün tamamı birbirine bağlı evlerden oluşuyor. Dar sokaklar, birbirine kemerle bağlı onlarca, yüzlerce ev, tarih ve eksi kokan hafif karanlık dar geçitler...Bana Roma'yı hatırlattı biraz:) Sadece toprak ve kil rengi hakim sokaklarda..Neredeyse her evin önünde küçük bir masa, plastik sandalyeler, masanın üzerinde bir vazo ve çiçekler var..Masalar, temizlik ve yemek işlerini bitirmiş teyzelerce kullanılıyor, ya da kediler aralardan sızan güneşin tadını çıkarıyolar.. Evlerden gelen müzik sesleri ve yemek kokuları...Hafif bir öğle yemeği için hazırlanan musakka ve cacıki ve karpuzi:)Yaşayan bir köy, ama gerçekten bir dağ köyü..Çok az genç var sokaklarda...Orta yaş ve üzeri çoğunlukla..Bu da biraz hüzün kondurmuş gibi sokaklara...


Ve Lithi...Adı 'alithis limin'den geliyor, yani 'true heaven'..Bir balıkçı köyü..Tüm adadaki en favori yerim burası oldu..Gidin, görün, susun, dinleyin, bakın, koklayın ve yaşayın...O kadar doğal, o kadar sıcak bir yer ki, tarifi biraz zor gerçekten. Daracık bir kumsal, ve kumsalı yoldan ayıran kocaman ağaçlar...Masmavi bir Ege denizi, ve arkanızda birkaç tane salaş balıkçı..İsterseniz biranızı bu ağaçların altında için, isterseniz arka tarafta balığınızı yerken buz gibi biranızı yudumlayın...Gün batımını burada görün mutlaka ve hayata yeniden aşık olun...
Ve son olarak Lithi'den gözünüz ve gönlünüz sarhoş olarak ayrıldıktan sonra, Chios'a gidinceye kadar göreceğiniz koylardan en az birinde denize girmek için zaman ayırın kendinize. En güzeli bir gün sonra yeniden bu bölgeye gelin ve kendinizi doğaya emanet edin..


8 Ocak 2011 Cumartesi

Capetown ... Güney Afrika'da bir Güney Avrupalı

Lonely Planet'in Capetown için ilk cümlesi şöyle: prepare to fall in love, as South Africa's mother city is an old pro at capturing people's heart..Daha iyi tarif edilemez heralde..Biraz Rio, biraz Sidney, biraz Nice, biraz da Barselona karıştırılımış ve Afrika'nın en güneyine yerleştirilmiş gibi.Şehir beş duyunuza da hitap ediyor gerçekten..Tavsiyem bir iki gün kalmak yerine bir hafta kalıp gerçekten şehri yaşamak.

Gerçekten mutlu bir şehir Capetown. 20 sene önce yaşananlar hiç bu şehirde yaşanmamış gibi..Bir an için nerede olduğunuzu düşünmezseniz, kendinizi çok rahatlıkla güney Avrupa'da bir şehirde hissedebilirsiniz. Güneş, sıcak insanlar, her dil ve ırktan insanların ortak yaşam alanı.. Genel olarak güney yarımküredeki bütün büyük şehirlerde bunu hissediyorum nedense. Ben, Rio biraz daha Latin olsa, Capetown biraz daha Afrikalı olsa sanki çok daha iyi olur diye düşünüyorum.

Kalacağınız yeri iyi seçerseniz, tüm şehri yürüyerek dolaşabilirsiniz. En iyi alternatif Waterfront civarında bir yerlerde kalmak. Hem güvenli, hem de birçok yere 10 dakika mesafedesiniz..Waterfront başlıbaşına ziyaret edilmesi gereken bir yer..24 saat canlı ve kalabalık. 1 Ocak sabahı kahvaltı için açık cafe bulabileceğiniz tek yer:) Her yaşta, her renkte ve her cinsiyette insan var.. Aktif olarak çalışan bir liman, tam karşısında Nelson Mandela'nın hapis yattığı Robben Island var..Onlarca restoran ve cafe var, nerde otursam acaba diyeceğiniz, diğer yanda da sokak müzisyenleri..her köşede farklı bir gurup var dinleyebileceğiniz, Afrika'nın renklerini görebileceğiniz, sesini duyabileceğiniz..


Waterfront'tan nefis bir Table Mountain manzarası izleyebilirsiniz. Gerçi şehrin nerdeyse her yerinden gözüküyor ama Waterfront'tan gözüken ayrı bir güzelliği var. Özellikle de table cloth dedikleri bulutun gelip üzerine yerleşmesi ve de resmen su gibi akışını izlemek tam bir meditasyon aracı..

     

Table mountain ve ondan daha da güzeli table cloth..Dağın üzerine saniyeler içinde yerleşen ve şelale kıvamında akmaya başlayan bulutlarla ilgili efsaneler var ama tam olarak bilimsel bir açıklama yok. Yapmanız gereken tek şey, gözlerinizi ayırmadan izleyeceğiniz bir doğa şölenine kendizini teslim etmek..Bu manzarayı aşağıdan seyredebileceğiniz gibi, 360C dönen cableway ile yukarı da çıkabilirsiniz. Yukarıdan göreceğiniz Devil's Peak, Lion's Head, Signal Hill, Citybowl ve Capetown'a ait birçok landmark sizi kesinlikle heyecanlandıracaktır.


      

Tam bir güney yarımküre şehri olmasının gerektirdiği birkaç detaydan biri plajlar..Campsbay, kendi tanımlarıyla South Beach of Capetown, keyifli bir bölge..Biraz kokoş doğal olarak:) Ama çok keyifli bir plaj var sizi bekleyen. Tabi rüzgarsız bir gün yakalayabilirseniz. Campsbay olmazsa mutlaka dört tane Clifton plajından birini deneyebilirsiniz. Tüm plajlar bembeyaz kum ve buz gibi denizden oluşuyor:) Deniz çok soğuk deseler de, denedim ve ancak Çeşme kadar soğuk olduğunu gördüm:) 

           

Buraya kadar gelmişken mutlaka şehir dışına da çıkın..Penguenleri, deniz aslanlarını, çitaları, balinaları, Ümit Burnu'nu, Haut Bay'i, Chapman's Peak'i, Kirstenbosch'u görmeden, şarap tadımı yapmadan kesinlikle dönmeyin..


    



Sadece Capetown için söylenecek o kadar çok şey var ki..Anlatmak çok zor..En iyisi siz gidin ve şehrin sloganını gerçekleştirin. Live it & Love it:)